Dünya futbolu, İngilizlerin icat ettiği (burası biraz karışık) zamandan bu yana o kadar çok değişim gösterdi ki, artık hakim sistem diye bir şey kalmadı. Formasyonların birbiri içine geçtiği, sürekli değişen ve gelişen bir hale büründü.
Burada bir şehir efsanesine son vermek istiyorum aslında. Nedir bu şehir efsanesi?
"Önemli olan diziliş değil, felsefedir." ...
Yıllardır söylenen bu sözün gerçek olduğuna inanmıyorum.
Çünkü, sahaya nasıl yayıldığınız, nasıl dizildiğiniz aslında sizin felsefenizi yansıtır. Klasik bir kanatlı 4-4-2 oynamak ile 4-4-2 daimond oynamak arasında çok ama çok fark vardır. Ancak bakıldığında her ikisi de 4-4-2'dir. Peki, yazılışının 4-4-2 olması, iki formasyonunda sahaya yansıttıklarının aynı olduğu anlamına mı gelir?
Bu yazının amacı; formasyonun her şey olduğu, felsefeyi belirlediği ve oyunu belkide daha çekilebilir kıldığı ile alakalı.
Futbol dünyası, 1925'lere kadar taktiksel olarak çok büyük şeyler vaat etmedi aslında. 2-2-6 gibi sadece gole odaklı bir oyun oynandı yıllarca. 1925'te ise belki de o zaman kadar bilenen ilk taktiksel diziliş ve oyun felsefesi ile Arsenal'i bir efsane haline getiren (1930'ların en iyi takımıdır arsenal 10 sezon 5 şampiyonluk kazanmışlardır.) Herbart Chapman'ın wm'sidir (3-2-2-3).
Bu sistem aşağıdaki gibi bir diziliş ile (Pep Guardiola'nın Bayern'de bir dönem denediği) 5 defans, 5 hücum oyunsundan oluşur. Ortadaki 4'lü tam olarak 'ne iş olsa yaparım abi' tarzı oyunculardır. Oyunun iki yönünü de oynayabilecek dört oyuncunun iki tanesi ise box to box oynayan (çift ciğerli) canavarlardan olmak zorundadır.
Sistemin en büyük açıklarından biri ise formasyonel olarak 4-2-4'e karşı hiç bir şey yapamamasıdır ki buraya daha sonra geleceğim.
Herbart Chapman'ın Arsenal'i iki sezonda 120 gol (bir sezon 127, diğer sezon 118 gol) ortalaması ile iki şampiyonluk kazanınca (o zamana kadar Arsenal adı sanı duyulmamış bir takımdı.) tüm İngiltere bu oyunu oynamaya başladı. O zamanlarda futbol için geçerli tek felsefe "Yediğinden fazlasını at." şeklindeydi.
Herbart sisteminin 10. yılını kutlamaya yaklaşırken öldü. Arsenal bu sistemi kullanarak iki şampiyonluk daha kazandı ve wm 1950'lere kadar Avrupa'da en yaygın sistem oldu. Wm o kadar yaygındı ki dünya üzerinde herkes bunu oynuyordu.
O zamanlar, dünyanın en büyük futbol organizasyonu Dünya Kupasıydı ve tüm iyi oyuncular Dünya Kupasını iple çekerdi. Sistemler, formasyonlar, felsefeler orada şekillenir ve 4 yıl boyunca dünyaya yayılırdı. 3-2-2-3'de İngiltere Milli Takımı ile yayılmış, futbolun beşiğinden dünyanın onlarca ülkesine ulaşmıştı.
Sonra bir gün muhteşem bir takım wm tabanlı, Brezilya 4-2-4'ünün Avrupa'lı uyarlaması ile dünya vitrinine çıktı. Bu takım Puşkaş'lı Macaristan Milli Takımından başkası değildi.
İngiltere'ye bir (1953 ve 1954) yılda 13 gol atıp, rezil edince wm çöpe gitti. Çünkü, sistemin açığı üçlü defans hattına (hatta ona iki stoper bir süpürücü diyin siz.) karşı 4'lü hücum hattı ile cevap vermişti 4-2-4 ve üzerine merkezi kalabalık tutarak neredeyse 6'lı (savunma setinde) bir savunma hattı oluşturarak, wm'nin 3'lü hücum hattını yok etti.
Hem hücumda hemde savunmada, wm'ye göre hep bir fazlaydı 4-2-4. Orta sahaların o günlerde pek bir önemi olmadığı için 4-2-4 efsaneleşebilmişti. Bu nedenle 1954 sonrası İngiltere'de ve 1954 Dünya Kupası'nda hakim olan sistem 4-2-4'tü.
Dünya Kupası sonrası, Avrupa'da hemen hemen her takım 4-2-4 oynasa da Uruguay ve İtalya farklı iki sistemi kullanıyordu. Uruguay 3-3-4, İtalyanlar ise Avusturyalı Teknik Direktör Karl Rappan'ın icat ettiği Verrou (kilit)'yu (1-3-3-3) kullanıyordu. Bu sistem 1950'den sonra İtalya futbolu için bir ekol haline alacaktı. Onu biraz değiştirerek Catenaccio'yu icat ettiler. İnter'in başındaki Helenio Herrera (Nereo Rocco, Padova'da başlattığı) Catenaccio'yu farklılaştırdı. Günümüzde 5-3-2 gibi görünen 1-4-3-2'yi kullandı.
Helenio Herrera'nın tanınmamasına her zaman çok üzülmüşümdür. Modern futbolun ortaya çıkmasında, gelişmesinde bu kadar katkısı olan biri daha yoktur aslında. Zira Atletico Madrid ile 2 La Liga, Barcelona ile 2 La Liga, 2 Uefa Kupası (o zamanki adı Fuar Şehirleri Kupasıydı.) ve İnter ile 3 lig, 2 Şampiyon Kulüpler Kupası (Şampiyonlar Ligi) 2 Dünya Kulüpler Kupası kazanmış bir adamdı Herrera ve Bu 1-4-4-1 veye 1-4-3-2 ile başarmıştı Catenaccio'yu özünde 1-3-3-3'ün farklı varyasyonlarından başka bir şey değilmiş gözükse de Rappan'ın zafiyetler ile dolu sistemini kusursuzlaştırmıştı.
Tam bu noktada ilginç bir not vereyim ;
Dünya futbolunu etkileyen neredeyse tüm taktiklerin altında Arjantin'li teknik direktörler yer alması tesadüf müdür? Helenio Herrera'da Arjantinli'dir. Avrupa'lılar genelde (yanlış bilmiyorsam bir Alman atasözü) bozuk değilse tamir etme mantığı ile hareket ederler ve her zaman garanticidirler. Latin kökenli ülkeler ise bir şey bozuk değilse bile daha iyisini yapmak ister, bunun içinde hayal gücünü kullanırlar. Arjantin'liler ise özellikle Bezilya'lıların doğuştan gelen futbola yatkınlıklarını yok etmenin yolunu her zaman sistemlerde aramışlardır.
Brezilya'lılar 4-2-4'ü, Uruguay'lılar 3-3-4'ü, Arjantin'liler ise 1-3-3-3'ü benimsemişlerdi Latin dünyasında.
Avrupa'da ise yaygın sistem 4-2-4'tü. Ancak ounu 2-4-4'e çeviren kanat bekleri zaman içinde çakılı savunma oyuncusu gibi bir pozisyon almaya başlaması ile 4-2-4 bir anlamda sorun olmaya başladı. çünkü, orta saha futbolun karanlık çağlarına nazaran değeri, kıymeti anlaşılmaya başlamış bir mevki oluyor, önemini her geçen gün artırıyordu.
Bu noktada Karl Rappan'ı es geçtim gibi geldi bu kadar ondan ve İtalyan ekolünün ortaya çıkmasına neden olan verrou'sundan bahsetmişken.
Onunla ilgili şunu söylemek lazım.Kilit(verrou) adıyla oluşturduğu sistem sayesinde Almanya'ya deplasmanda 6 atmışlığı var Avusturya'nın. Bu sistem ile iki Dünya Kupasında 3.'lük elde ettiler. Sistemin özü üç stoper ve bir libero ile savumayı 4'lemekti. Ancak dahası var elbette. Verrou'nun en büyük özelliği orta üçlünün de üçgen olarak dizilmesiydi. Bir anda 7 kişilik bir savunma bloğu ortaya çıkarken iki kanat forveti gibi duran ama aslında öyle olmayan açık oyuncusu ve bir merkez forvet ile oynar. Gol atmak için değil gol yememek için çalışır. Stoperler güçlü ve uzun oyunculardır. Ve sistemin en büyük silahı yan toplardır. Karl Rappan, bu işin mucididir.
1960'larda Brezilya oyuncu havuzundan verdiği etkiyle daha dengeli bir sistem arayışına geçti. 4-2-4 zor bir sistemdi ve özel oyunculara ihtiyaç vardı (özellikle forvet dörtlüsünde kanat forvetleri). Brezilya daha merkezi ve daha dengeli bir sistem arayışı onları 4-1-3-2'ye götürdü.
Burada, aslında yazınında tam olarak amacına uygun bir şeyler söylemek istiyorum.
Formasyon yani rakamlar, sayılar gereksiz gibi görünebilir. Çünkü 4-1-3-2 aslında bir 4-4-2'dir. Ancak o 1... o 1 çok şeyi değiştirir aslında size sadece bir rakam gibi gelebilir ama öyle değildir. Ne olacak o da 4-4-2, bu da 4-4-2 dediğiniz an aslında iş bitmiş demektir.
B iki sistemde özünde 4-4-2.. Peki ikisi de aynı felsefeyi mi sahaya yansıtır?
4-1-3-2 daha sonraları onlarca varyasyonu yapılacak ve dünya futbolunu esir alacak, 4-4-2'nin temeliydi ve Brezilya'lılar daha dengeli bir oyun ararlarken onu icat etmişlerdi. Zaman içinde önden oyuncu alıp arkaya özellikle orta sahaya eklenmesi, oyunun gelişimi konusunda size yol gösterebilir.
Brezilya futbolu süpürücüleri 3'lü defansın arkasına koymayı sevmiyordu. Onlara göre süpürücüler asıl orta sahada yer almalıydı. 4-1-3-2'nin doğuşu, Herrera'nın haklı olduğunu gösteriyordu aslında. 1-4-4-1 ile orta sahanın önemini gözler önüne sermişti Herrera ve ona göre futbol savunma ve orta saha blokları (Ömer Üründül mod off) arasında oynan bir oyundu. Bunlar güçlü olmazsa yediğinden fazlasını atmak zorundaydın. Bu daha fazla efor harcamak demekti. Orta saha gelişiyor ve ana mevki olma yolunda ilerliyordu.
Brezilya 4-1-3-2 ile 62 ve 70'de iki Dünya Şampiyonluğu kazanmıştı. 58,62 ve 70'de kazanılan üç şampiyonluk ile Brezilya dünya futbolunun lideri haline gelince, taktiksel değişimlerde Brezilya öncü olmuştu. Ancak unutulan bir şey vardı ki Brezilya sistemlerinin kusursuz çalışmasının nedeni, Pele, Socrates, Zico gibi muazzam oyunculara sahip olmalarıydı. yani 4-1-3-2 oynayarak herkes şampiyon olmazdı. Brezilya'daki altın jenarasyonların sonu 70'lerde gelince, Avrupa'lılar ve Avrupa'lılar gibi oynayan Arjantin dünya futbolunda egemen ülke oldu.
4-2-4'ün etkisi azalırken, Catenaccio ve 4-1-3-2 temelli 4-4-2 egemen formasyonlar olmaya başladı Avrupa'da. Bu noktadan sonra işler biraz karışacak. Çünkü modern futbolun tüm ezberlerini bozacak total futbolun başlangıcı 60'ların sonu ve 70'lerin başına geldi sıra.
Futbol bu noktadan itibaren bir daha eskisi gibi olmayacaktı. O güne kadar İtalya ve 1930'ların başındaki Avusturya haricinde herkes gol atmayı kendine ilke edinmişti. Hollanda ise bunu farklı bir şekilde yapacaktı.. Onun adına da "Kanat Forveti" dediler.
O güne kadar kanat forvet deyimi ortada yoktu. Daha çok açık diye tabir edilen önceliği gol attırmak olan, orta yapan oyuncular vardı.. total futbol ile bu değişti. kanat oyuncuları gol atan, adam geçen, orta yapan, oyun kuran oyuncular olmuştu. böylece hem savunma hemde hücum aynı oyuncular tarafından sağlanabiliyordu.
Total futbol temelini 4-3-3 ve ya 1-3-3-3 üzerine kurmuştu.
Ftbolun genel tarihine bakarsanız eski sistemlerin, farklı formasyonların yok olduktan sonra başka biri tarafından tekrar diriltildiğini ve yeniden kullanıldığını görürsünüz. Yani bir sistem temelli yok olmaz. Farklı bir şekle girer ve karşımıza çıkar. Karl Rappan'ın 1-3-3-3'üne hücum kiti eklendiğinde ortaya total futbol çıktı.. Ve Hollanda'yı dünya futboluna etki eden bir ülke haline getirdi.
Herkes bunu yapanın Johan Cruyff olduğunu düşünse de bu devrimsel sistemi ve formasyonu ortaya koyan Rinus Michels'dı. Rinus, 1965'de sürpriz bir kararla (o zamana kadar alt liglerde iki takım çalıştırmıştı) Ajax'ın başına geçince Ajax'ın kötü giden talihi değişti. Üst üste 4 lig şampiyonluğu kazandılar. 71'de Şmpiyonlar Kulüpler Kupasını kazandı. Ertesi sezon yeni milenyumun en iyi takımı olacak olan ve kendi sistemine ufak dokunuşlar yaparak bir süre yenilmez hale bürünecek Barcelona'ya gitti.
Ajax ynı sistemle Stefan Kovacs (Ajax günleri bittikten sonra hiç bir başarısı olmadığı için üzerinde durmayacağım) ile iki yıl daha Şampiyon Kulüpler Kupasını kazandılar. Böylece 3 yıl üst üste Şampiyon Kulüpler Kupasını kazanmış oldular. Ancak, Cruyff ayrılınca takım dağıldı ve efsanevi Ajax'in bir bölümü Barcelona'ya taşındı. Rinus'un total futbolu 1988'de Hollanda'yı Avrupa Şampiyonu yaptı. Ancak 1978 Dünya Kupasında finalde kaybedeceklerdi.
Bunun sebebi formasyon muydu? Elbette hayır. Cruyff Hollanda ile Dünya Kupasına gitmemişti. Yıllarca gazeteler bunu Arjantin'deki cunta rejimini protesto ettiği için gitmediğini söylerler ama olay farklıdır. Cruyff 1978'e gitmeden önce Barcelona'daki evi silahlı kişilerce basılmış ve Dünya Kupasına giderse tüm ailesinin (Cruyff karısına sırılsıklam aşıktı. Yanlış hatırlamıyorsam Hollanda güzeliydi ve ailesi zengindi eşi. Hatta asparagas bir haber sonrası, eşi milli takım kampında olan -1974 olması lazım- Cruyff arayıp boşanacağını söylemiş, 10 bin dolar tutan bir telefon görüşmesi sonrası haberin yalan olduğu konusunda eşini ikna edebilmişti) öldürüleceği söylenmişti. Cruyff evde kaldı, Hollanda onsuz çıktığı finalde normal süresi 1-1 biten maçın uzatma dakikalarında yedikleri iki golle mağlup oldular. Evet, evet futbol, hiç bir zaman sadece futbol olmadı.
Arjantin kupayı kazandığında Maradona yoktu o takımda. Cunta'nın baskılarına karşı Cesar Luis Menotti onu kadroya almamış, şampiyonluktan sonrada bunu yapmasının nedeni olarak "Hak etmeyen adı ne olursa olsun takımında yer alamaz" şeklinde açıklamıştı.
Avrupa'da ise total futbolu herkes oynayamıyordu. Bu yüzden revaçta olan iki sistem vardı. Brezilya'nın 4-1-3-2'si ve Zona Mista (3-5-2).. Zona Mista aslında çok uzun yıllar sonra Türk Futbol tarihini de değiştirecek olan bir sistemin ilham alındığı bir kaç sistemden biridir (bkz: fatih terim). Bu yönüyle ele alınması gerekir ki bu konuya sonra geleceğim.
Zona Mista total futbolun panzehiriydi. Bu oyun 3-2-3-2 gibi duran ama aslında asimetrik bir düzende sahaya yayılan Catenaccio'nun biraz farklılaşmış versiyonuydu. En büyük kullanıcısı Giovanni Trapattoni'ydi. Bu sistem ile 8 şampiyonluk 3 Şampiyon Kulüpler Kupası, 2 Uefa Kupası kazandı. Dahası İtalya'ya 1982 Dünya Kupasını getirdi. Dünya iki farklı sistemin savaşına tanıklık ediyordu.
Üzücü not : 1975-76 sezonunda Torino Superga faciasından tam 27 sene sonra şampiyon oldu ve bunu Zona Mista ile yapmıştır.
Latin dünyasında ise 1970'den beri şampiyon olamayan Brezilya bu alandaki liderliğini Arjantin'e kaptırmıştı. Çünkü, en başından beri oynadığı avrupai futbol için uygun oyuncular yetiştirmeye başlamışlardı. 1978'de kazanılan şampiyonluk sonrası Menotti, Maradona'yı 1982'de kadroya aldı ama gruptan çıkamadılar (İtalya ve Brezilya vardı grupta) 82'de İtalya'nın (Zona Mista) kazandığı Dünya Kupası sonrası Arjantin köklü bir değişikliğe gitmesi gerektiğini fark etti.
Bilardo'nun takımın başına geçmesiyle birlikte Maradona'ya boşluk yaratmak adına 3-5-2 oynayan bir takım yarattı.
Otakım 86'yı kazanıp 90'da final'de kaybetti. Bilardo'nun bu devrimsel hareketi, daha sonraki Arjantin'li tüm teknik direktörleri etkileyecekti. Ve bu başarı ülkede Menottismo vs Bilardismo olarak iki farklı futbol anlayışının temelini oluşturacaktı. Arjantin'li teknik direktörlerin 3'lü oynama aşkının son zamanlardaki en büyük ismi ise Bielsa'ydı. Ama buraya geleceğiz.
Bilardo'nun 3-5-2'sinin etkisi dünya futboluna sirayet etmişti. Herkes bir üçlü oynamanın derdine düşmüştü (kaybettikleri 1990 Dünya Kupası finalinde Franz Beckenbauer 3-4-3 ile yenmişti onları) . Bunun karşısına ise 4-4-2 (diamond) ile çıkan Arrigo Sacchi'ydi. Sacchi, belki bir şampiyonluk kazanmış olabilir ama iki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanmıştı. 4-4-2'sinin, ofsayt taktiğini, çok iyi oyuncular ile oynanabilen asimetrik sistemini (değişik bir Zona Mista'dır) göz önüne alınca, devamlılık arz etmesini bekliyorsun ama öyle olmadı. Sacchi, 91'de istifa etti ve yaklaşık 10 yıl sonra farklı bir formasyon ile aynı felsefeyi futbol düşüncesi olarak ilke edinmiş Jose Mourinho'nun oynatacağı Fabio Capello takımın başına geldi.
Yine Hollanda'lılar vardı takımda ve 5-3-2 ile tüm sistemli çöp etmişti Capello.
Capello, 2002 Dünya Kupasına da doğrudan etki etmiştir.
2001'de Roma'da kazandığı şampiyonluk sonrası , Luis Felipe Scolari 3-4-1-2'yi kullanmıştı (Capello 3-4-1-2 gibi duran 5-3-2 oynayan bir adamdı). Carlos ve Cafu gibi oyuncular varsa elinde kullanılması elzem bir sistemdi. Bu sistemin aynısını 2014'te Luis Van Gaal hollanda milli takımında oynatmış ve az kalsın şampiyonluğa ulaşıyordu Capello'nun yarattığı etki dünyaya sıçradı. Ve her gittiği takımda şampiyon oldu (bu size birini hatırlatıyor mu?).
Artık dünya futbolu 30'lu 40'lı yılların zamanında ki gibi oynanmıyordu. O zamanki felsefe, gol atmak üzerineydi ama 2000'li yılların başında bu felsefe yerini gol yememeye bırakmıştı. Futbol artık pozisyon oyunuydu.
Türkiye'deki etkisi;
90'lı yılların başında Carlos Alberto Parreira'nin Brezilya'sı 4-4-2 diamond oynayarak (biraz İtalyan esintileri yok değildi) 1994'de Dünya Şampiyonu olup Türkiye'ye gelince Fenerbahçe'nin yıllardır değişmeyen futbolunun temeli atıldı. Bu sırada ise Carlos Bilardo (Arjantin), Sepp Piontek (Danimarka), Arrigo Sacchi (İtalya) gibi teknik direktörlerin en iyi yanlarını alıp (Bilardo'nun Maradona'ya alan açmak için orta sahanın tüm yükünü üç oyuncuya vermesi gibi, Sacchi'nin şok presi gibi, Sepp piontek'in orta saha kurgusu gibi) Zona Mista'ya eklemesi ile oluşan bir takım sahne almıştı.
Bu takımın adı "Galatasaray'dı"..
Fatih Terim'in Zona Mista'yı yeniden yorumladığı 1997-2000 yılları arası dünya bir daha durağan bir oyun oynamayacaktı. Pozisyon oyunu haline alan futbol için Fatih Terim'in takımı ilham vericydi.
Bir ayağı düzgün kaleci, biri ayağı düzgün, diğeri hızlı iki stoper (savunma çizgisi önde olduğu arkayı süpürecek hızlı bir stoper), kanat beki gibi oynayabilen iki bek, kanatlara açılabilen, merkezi de kapatabilen box to box üç orta saha, bir on numara (regista), bir kanat forveti gibi de oynayabilen yardımcı forvet ve bir merkez forvetten oluşan 4-1-4-1 asimetrik sistemi daha sonraları Barcelona'nın kullandığı sistemle büyük benzerlik gösterecektir (Bugün Man. City ile de büyük benzerlik gösterir).
Sistemin temeli prese (pozisyona)dayalıdır. Rakip sahada topun olduğu bölge pozisyondur ve en uçtaki forvet oyuncusu ile başlayan 35 metre'ye kadar takım boyunu düşüren ve rakibi o alan içinde etkisiz hale getirip topu kazandığı an direkt paslar ile rakip kaleye inen bir sistemdir. Zona Mista'nin iki stoperl hliydi bu. 10 yıl sonra gegenpressing akımı başladığında bu asimetrik sistem yerini 4-2-3-1\4-3-3 karışımı bir sisteme bırakacak ancak yine 2012'de bu sistem benzer bir başarı yakalayacaktı.
Zona Mista'nın dönüşü 2004'te 4-3-3'ün farklı bir yorumlaması olan 4-2-3-1 (Capello'nun 5-3-2'sinin başka bir yorumudur aynı zamanda) Jose Mourinho tarafından kullanılmaya başlamıştı. O dönemde etkili hava hakimiyetine sahip, klasik (yedi numaralı) 4-4-2 oynayan Manchester United büyümeye ve İngiltere ligini hallaç pamuğu gibi atmıştı. Bu sistemin sahibi ise 3-5-2'nin hakim olduğu ada futboluna 4-4-2'si ile dalan Arsene Wenger'di. Arsenal'e namağlup şampiyonluk getiren bu sistem dünya futbolunu etkisine almıştı ki 4-2-3-1\4-3-3 sahneye çıktı.
Barcelona yılllardır oyun sistemini değiştirmemişti. Cruff'lu yıllardan beri 4-3-3 oynuyorlardı. Ve Rijkarrd ile bu oyunu bir seviye yukarı çektiler. La Liga ve Şampiyonlar Ligindeki başarıların ardından ortaya çıkan Messi ile işler başka bir boyuta geçti ki bunu uzun uzun yazmayacağım. Çünkü, sistem Cruff'un ufak dokunuşları dışında Rinus Michels'ın total futbolundan farklı değildi. Topu daha çok ayağında tutmak, daha fazla pas yapmak dışında aynı felsefe devam ediyordu.
Burada değinilmesi gereken Pep Guardiola değil, bu felsefesinin yeni versiyonlarını üreten Bielsa'dır. Bielsa 3-3-1-3'ün yaratıcısı değildir. Bu eski sistemi yeni bir düzen ve felsefe ile yeninden yorumlayandır. Özellikle Karl Rappan'ın oyununun bariz biçimde tersini uygular. Rakibi çift forvet oynuyorsa 3'lü, tek forvet oynuyorsa 2'li bir savunma yapan, bunu da fazladan oyuncuya duyulan ihtiyaç olan dile getiren (aslında fazladan oyuncu arkayı süpüren bir stoperden başkası değil) bir dahidir.
Sisteminin sorunu aktif dinlenmenin çok az olmasıdır. Bu yüzden yüksek fiziksel zorluklarla dolu antrenman sistemi ile oyuncularını zorlar. Bu oyunu oynatabilmesi içinde bu oyun sistemine inanan oyuncular ve yine ona inanan bir yönetime ihtiyaç duyar. Bu rahatlığa sahip onun felsefesini ilke edinmiş bir 4-3-3'cü olan Sarri'de farklı mevkileri tek tek eğitir. Stoperler kendi aralarında, orta sahalar kendi aralarında, forvetler kendi aralarında eğitilir.
Bu dip notu geçtim çünkü, bu isimlerden göze hoş gelen oyun oynatıp sonunda başarısız olmuş isimlerin (Pep Guardiola hariç) aslında ne yapmaya çalıştıklarına değinmek istedim. Taktik esneklik bakımından şahane iki adam olsalar da sonunda kaybeden taraf oluyorlar.
Bu yüzden diğer tarafa bakmak gerekiyor, çünkü asıl olay diğer tarafta. Bilardo'nun başlattığı, sert ama yetenekli takım felsefesini kullanmaya başlamıştı Jose Mourinho. Porto ile imkansızı başardığında, 4-3-3 gibi duran 4-2-3-1 oynatan biriydi. Chelsea'de de değişmedi, İnter'e gittiğinde de.
Barcelona'yı elediği yarı final maçında uygulattığı Zona Mista ile aslında İtalya futboluna ne kadar uygun olduğunu kanıtlamıştı. Almanya'da ise yıllardır uygulanan 4'lü savunma yerini yavaş yavaş genç teknik direktörlerin etkisiyle 3'lü savunmalara yerini bırakmaya başladı.
3-4-1-2 ve ya 3-4-3 gibi modern yorumlar yapılmaya devam ediliyor. Ancak, son yıllardaki Almanya\İspanya hegomonyası sırasında Almanya sert 4-2-3-1'inin İspanya'nın total futbolunu zorladığı hatta yenebileceğini gösterdi. Elbette bunda Jose'nin Guardiola'nın Barcelona'sı ile yaptığı rekabet sırasında ortaya koyduğu çözümlerinde etkisi yok değil. Günümüzde 4-2-3-1\4-3-3 revaçta olsa da geleceğin hakim yapısının 3-3-1-3 olacağını düşünmekteyim. Çünkü oyun artık pozisyon oyunu olmaktan çıkıp geçiş oyunu olmaya başladı futbol. Tam da bu sebepten Jose Mourinho, Otto Rehagel gibi gol yememenin öncelikli olduğu pozisyona bilgisine dayalı oyun yerini geçiş oyununa bırakıyor. Futbol 10 yıl öncekinden çok daha hızlı. Daha da hızlanacak...
Yazar notu :
Geçmişten gelen bir çok sistem, değişimlere uğrayarak güncel halini aldı. Artık kimsenin 2-1-2-2-3 oynayacağını ya da 4-2-2-2 Magic Rectangle'ın tekrar hakim formasyon olacağını düşünmek doğru olmaz. 3-4-3 ve 4-3-3'ün türevlerini göreceğiz ileride.
Biz ise, yani Galatasaray.. Fatih Terim olduğu sürece Zona Mista'nın en büyük savunucusu olacağız (akan oyunda ne kadar az gol yediğine bakarsanız felsefeyi görürsünüz. 4-1-4-1 asimetrik (9,5 numaralı) oynayıp, doğru oyuncu kadrosu ile (bu kadronun Fatih Terim'in düşündüğü, yıllardır uyguladığı oyun için doğru oyunculardan oluşmuyor) yeni bir seri yakalamanın zor olmadığını düşünüyorum. Bunun için gereken her şeye sahibiz. Tek gereken zaman.
gssözlük
yazar: kaideyi taciz eden istisna
Burada bir şehir efsanesine son vermek istiyorum aslında. Nedir bu şehir efsanesi?
"Önemli olan diziliş değil, felsefedir." ...
Yıllardır söylenen bu sözün gerçek olduğuna inanmıyorum.
Çünkü, sahaya nasıl yayıldığınız, nasıl dizildiğiniz aslında sizin felsefenizi yansıtır. Klasik bir kanatlı 4-4-2 oynamak ile 4-4-2 daimond oynamak arasında çok ama çok fark vardır. Ancak bakıldığında her ikisi de 4-4-2'dir. Peki, yazılışının 4-4-2 olması, iki formasyonunda sahaya yansıttıklarının aynı olduğu anlamına mı gelir?
Bu yazının amacı; formasyonun her şey olduğu, felsefeyi belirlediği ve oyunu belkide daha çekilebilir kıldığı ile alakalı.
Futbol dünyası, 1925'lere kadar taktiksel olarak çok büyük şeyler vaat etmedi aslında. 2-2-6 gibi sadece gole odaklı bir oyun oynandı yıllarca. 1925'te ise belki de o zaman kadar bilenen ilk taktiksel diziliş ve oyun felsefesi ile Arsenal'i bir efsane haline getiren (1930'ların en iyi takımıdır arsenal 10 sezon 5 şampiyonluk kazanmışlardır.) Herbart Chapman'ın wm'sidir (3-2-2-3).
Bu sistem aşağıdaki gibi bir diziliş ile (Pep Guardiola'nın Bayern'de bir dönem denediği) 5 defans, 5 hücum oyunsundan oluşur. Ortadaki 4'lü tam olarak 'ne iş olsa yaparım abi' tarzı oyunculardır. Oyunun iki yönünü de oynayabilecek dört oyuncunun iki tanesi ise box to box oynayan (çift ciğerli) canavarlardan olmak zorundadır.
Sistemin en büyük açıklarından biri ise formasyonel olarak 4-2-4'e karşı hiç bir şey yapamamasıdır ki buraya daha sonra geleceğim.
Herbart Chapman'ın Arsenal'i iki sezonda 120 gol (bir sezon 127, diğer sezon 118 gol) ortalaması ile iki şampiyonluk kazanınca (o zamana kadar Arsenal adı sanı duyulmamış bir takımdı.) tüm İngiltere bu oyunu oynamaya başladı. O zamanlarda futbol için geçerli tek felsefe "Yediğinden fazlasını at." şeklindeydi.
Herbart sisteminin 10. yılını kutlamaya yaklaşırken öldü. Arsenal bu sistemi kullanarak iki şampiyonluk daha kazandı ve wm 1950'lere kadar Avrupa'da en yaygın sistem oldu. Wm o kadar yaygındı ki dünya üzerinde herkes bunu oynuyordu.
O zamanlar, dünyanın en büyük futbol organizasyonu Dünya Kupasıydı ve tüm iyi oyuncular Dünya Kupasını iple çekerdi. Sistemler, formasyonlar, felsefeler orada şekillenir ve 4 yıl boyunca dünyaya yayılırdı. 3-2-2-3'de İngiltere Milli Takımı ile yayılmış, futbolun beşiğinden dünyanın onlarca ülkesine ulaşmıştı.
Sonra bir gün muhteşem bir takım wm tabanlı, Brezilya 4-2-4'ünün Avrupa'lı uyarlaması ile dünya vitrinine çıktı. Bu takım Puşkaş'lı Macaristan Milli Takımından başkası değildi.
İngiltere'ye bir (1953 ve 1954) yılda 13 gol atıp, rezil edince wm çöpe gitti. Çünkü, sistemin açığı üçlü defans hattına (hatta ona iki stoper bir süpürücü diyin siz.) karşı 4'lü hücum hattı ile cevap vermişti 4-2-4 ve üzerine merkezi kalabalık tutarak neredeyse 6'lı (savunma setinde) bir savunma hattı oluşturarak, wm'nin 3'lü hücum hattını yok etti.
Hem hücumda hemde savunmada, wm'ye göre hep bir fazlaydı 4-2-4. Orta sahaların o günlerde pek bir önemi olmadığı için 4-2-4 efsaneleşebilmişti. Bu nedenle 1954 sonrası İngiltere'de ve 1954 Dünya Kupası'nda hakim olan sistem 4-2-4'tü.
Dünya Kupası sonrası, Avrupa'da hemen hemen her takım 4-2-4 oynasa da Uruguay ve İtalya farklı iki sistemi kullanıyordu. Uruguay 3-3-4, İtalyanlar ise Avusturyalı Teknik Direktör Karl Rappan'ın icat ettiği Verrou (kilit)'yu (1-3-3-3) kullanıyordu. Bu sistem 1950'den sonra İtalya futbolu için bir ekol haline alacaktı. Onu biraz değiştirerek Catenaccio'yu icat ettiler. İnter'in başındaki Helenio Herrera (Nereo Rocco, Padova'da başlattığı) Catenaccio'yu farklılaştırdı. Günümüzde 5-3-2 gibi görünen 1-4-3-2'yi kullandı.
Helenio Herrera'nın tanınmamasına her zaman çok üzülmüşümdür. Modern futbolun ortaya çıkmasında, gelişmesinde bu kadar katkısı olan biri daha yoktur aslında. Zira Atletico Madrid ile 2 La Liga, Barcelona ile 2 La Liga, 2 Uefa Kupası (o zamanki adı Fuar Şehirleri Kupasıydı.) ve İnter ile 3 lig, 2 Şampiyon Kulüpler Kupası (Şampiyonlar Ligi) 2 Dünya Kulüpler Kupası kazanmış bir adamdı Herrera ve Bu 1-4-4-1 veye 1-4-3-2 ile başarmıştı Catenaccio'yu özünde 1-3-3-3'ün farklı varyasyonlarından başka bir şey değilmiş gözükse de Rappan'ın zafiyetler ile dolu sistemini kusursuzlaştırmıştı.
Tam bu noktada ilginç bir not vereyim ;
Dünya futbolunu etkileyen neredeyse tüm taktiklerin altında Arjantin'li teknik direktörler yer alması tesadüf müdür? Helenio Herrera'da Arjantinli'dir. Avrupa'lılar genelde (yanlış bilmiyorsam bir Alman atasözü) bozuk değilse tamir etme mantığı ile hareket ederler ve her zaman garanticidirler. Latin kökenli ülkeler ise bir şey bozuk değilse bile daha iyisini yapmak ister, bunun içinde hayal gücünü kullanırlar. Arjantin'liler ise özellikle Bezilya'lıların doğuştan gelen futbola yatkınlıklarını yok etmenin yolunu her zaman sistemlerde aramışlardır.
Brezilya'lılar 4-2-4'ü, Uruguay'lılar 3-3-4'ü, Arjantin'liler ise 1-3-3-3'ü benimsemişlerdi Latin dünyasında.
Avrupa'da ise yaygın sistem 4-2-4'tü. Ancak ounu 2-4-4'e çeviren kanat bekleri zaman içinde çakılı savunma oyuncusu gibi bir pozisyon almaya başlaması ile 4-2-4 bir anlamda sorun olmaya başladı. çünkü, orta saha futbolun karanlık çağlarına nazaran değeri, kıymeti anlaşılmaya başlamış bir mevki oluyor, önemini her geçen gün artırıyordu.
Bu noktada Karl Rappan'ı es geçtim gibi geldi bu kadar ondan ve İtalyan ekolünün ortaya çıkmasına neden olan verrou'sundan bahsetmişken.
Onunla ilgili şunu söylemek lazım.Kilit(verrou) adıyla oluşturduğu sistem sayesinde Almanya'ya deplasmanda 6 atmışlığı var Avusturya'nın. Bu sistem ile iki Dünya Kupasında 3.'lük elde ettiler. Sistemin özü üç stoper ve bir libero ile savumayı 4'lemekti. Ancak dahası var elbette. Verrou'nun en büyük özelliği orta üçlünün de üçgen olarak dizilmesiydi. Bir anda 7 kişilik bir savunma bloğu ortaya çıkarken iki kanat forveti gibi duran ama aslında öyle olmayan açık oyuncusu ve bir merkez forvet ile oynar. Gol atmak için değil gol yememek için çalışır. Stoperler güçlü ve uzun oyunculardır. Ve sistemin en büyük silahı yan toplardır. Karl Rappan, bu işin mucididir.
1960'larda Brezilya oyuncu havuzundan verdiği etkiyle daha dengeli bir sistem arayışına geçti. 4-2-4 zor bir sistemdi ve özel oyunculara ihtiyaç vardı (özellikle forvet dörtlüsünde kanat forvetleri). Brezilya daha merkezi ve daha dengeli bir sistem arayışı onları 4-1-3-2'ye götürdü.
Burada, aslında yazınında tam olarak amacına uygun bir şeyler söylemek istiyorum.
Formasyon yani rakamlar, sayılar gereksiz gibi görünebilir. Çünkü 4-1-3-2 aslında bir 4-4-2'dir. Ancak o 1... o 1 çok şeyi değiştirir aslında size sadece bir rakam gibi gelebilir ama öyle değildir. Ne olacak o da 4-4-2, bu da 4-4-2 dediğiniz an aslında iş bitmiş demektir.
B iki sistemde özünde 4-4-2.. Peki ikisi de aynı felsefeyi mi sahaya yansıtır?
4-1-3-2 daha sonraları onlarca varyasyonu yapılacak ve dünya futbolunu esir alacak, 4-4-2'nin temeliydi ve Brezilya'lılar daha dengeli bir oyun ararlarken onu icat etmişlerdi. Zaman içinde önden oyuncu alıp arkaya özellikle orta sahaya eklenmesi, oyunun gelişimi konusunda size yol gösterebilir.
Brezilya futbolu süpürücüleri 3'lü defansın arkasına koymayı sevmiyordu. Onlara göre süpürücüler asıl orta sahada yer almalıydı. 4-1-3-2'nin doğuşu, Herrera'nın haklı olduğunu gösteriyordu aslında. 1-4-4-1 ile orta sahanın önemini gözler önüne sermişti Herrera ve ona göre futbol savunma ve orta saha blokları (Ömer Üründül mod off) arasında oynan bir oyundu. Bunlar güçlü olmazsa yediğinden fazlasını atmak zorundaydın. Bu daha fazla efor harcamak demekti. Orta saha gelişiyor ve ana mevki olma yolunda ilerliyordu.
Brezilya 4-1-3-2 ile 62 ve 70'de iki Dünya Şampiyonluğu kazanmıştı. 58,62 ve 70'de kazanılan üç şampiyonluk ile Brezilya dünya futbolunun lideri haline gelince, taktiksel değişimlerde Brezilya öncü olmuştu. Ancak unutulan bir şey vardı ki Brezilya sistemlerinin kusursuz çalışmasının nedeni, Pele, Socrates, Zico gibi muazzam oyunculara sahip olmalarıydı. yani 4-1-3-2 oynayarak herkes şampiyon olmazdı. Brezilya'daki altın jenarasyonların sonu 70'lerde gelince, Avrupa'lılar ve Avrupa'lılar gibi oynayan Arjantin dünya futbolunda egemen ülke oldu.
4-2-4'ün etkisi azalırken, Catenaccio ve 4-1-3-2 temelli 4-4-2 egemen formasyonlar olmaya başladı Avrupa'da. Bu noktadan sonra işler biraz karışacak. Çünkü modern futbolun tüm ezberlerini bozacak total futbolun başlangıcı 60'ların sonu ve 70'lerin başına geldi sıra.
Futbol bu noktadan itibaren bir daha eskisi gibi olmayacaktı. O güne kadar İtalya ve 1930'ların başındaki Avusturya haricinde herkes gol atmayı kendine ilke edinmişti. Hollanda ise bunu farklı bir şekilde yapacaktı.. Onun adına da "Kanat Forveti" dediler.
O güne kadar kanat forvet deyimi ortada yoktu. Daha çok açık diye tabir edilen önceliği gol attırmak olan, orta yapan oyuncular vardı.. total futbol ile bu değişti. kanat oyuncuları gol atan, adam geçen, orta yapan, oyun kuran oyuncular olmuştu. böylece hem savunma hemde hücum aynı oyuncular tarafından sağlanabiliyordu.
Total futbol temelini 4-3-3 ve ya 1-3-3-3 üzerine kurmuştu.
Ftbolun genel tarihine bakarsanız eski sistemlerin, farklı formasyonların yok olduktan sonra başka biri tarafından tekrar diriltildiğini ve yeniden kullanıldığını görürsünüz. Yani bir sistem temelli yok olmaz. Farklı bir şekle girer ve karşımıza çıkar. Karl Rappan'ın 1-3-3-3'üne hücum kiti eklendiğinde ortaya total futbol çıktı.. Ve Hollanda'yı dünya futboluna etki eden bir ülke haline getirdi.
Herkes bunu yapanın Johan Cruyff olduğunu düşünse de bu devrimsel sistemi ve formasyonu ortaya koyan Rinus Michels'dı. Rinus, 1965'de sürpriz bir kararla (o zamana kadar alt liglerde iki takım çalıştırmıştı) Ajax'ın başına geçince Ajax'ın kötü giden talihi değişti. Üst üste 4 lig şampiyonluğu kazandılar. 71'de Şmpiyonlar Kulüpler Kupasını kazandı. Ertesi sezon yeni milenyumun en iyi takımı olacak olan ve kendi sistemine ufak dokunuşlar yaparak bir süre yenilmez hale bürünecek Barcelona'ya gitti.
Ajax ynı sistemle Stefan Kovacs (Ajax günleri bittikten sonra hiç bir başarısı olmadığı için üzerinde durmayacağım) ile iki yıl daha Şampiyon Kulüpler Kupasını kazandılar. Böylece 3 yıl üst üste Şampiyon Kulüpler Kupasını kazanmış oldular. Ancak, Cruyff ayrılınca takım dağıldı ve efsanevi Ajax'in bir bölümü Barcelona'ya taşındı. Rinus'un total futbolu 1988'de Hollanda'yı Avrupa Şampiyonu yaptı. Ancak 1978 Dünya Kupasında finalde kaybedeceklerdi.
Bunun sebebi formasyon muydu? Elbette hayır. Cruyff Hollanda ile Dünya Kupasına gitmemişti. Yıllarca gazeteler bunu Arjantin'deki cunta rejimini protesto ettiği için gitmediğini söylerler ama olay farklıdır. Cruyff 1978'e gitmeden önce Barcelona'daki evi silahlı kişilerce basılmış ve Dünya Kupasına giderse tüm ailesinin (Cruyff karısına sırılsıklam aşıktı. Yanlış hatırlamıyorsam Hollanda güzeliydi ve ailesi zengindi eşi. Hatta asparagas bir haber sonrası, eşi milli takım kampında olan -1974 olması lazım- Cruyff arayıp boşanacağını söylemiş, 10 bin dolar tutan bir telefon görüşmesi sonrası haberin yalan olduğu konusunda eşini ikna edebilmişti) öldürüleceği söylenmişti. Cruyff evde kaldı, Hollanda onsuz çıktığı finalde normal süresi 1-1 biten maçın uzatma dakikalarında yedikleri iki golle mağlup oldular. Evet, evet futbol, hiç bir zaman sadece futbol olmadı.
Arjantin kupayı kazandığında Maradona yoktu o takımda. Cunta'nın baskılarına karşı Cesar Luis Menotti onu kadroya almamış, şampiyonluktan sonrada bunu yapmasının nedeni olarak "Hak etmeyen adı ne olursa olsun takımında yer alamaz" şeklinde açıklamıştı.
Avrupa'da ise total futbolu herkes oynayamıyordu. Bu yüzden revaçta olan iki sistem vardı. Brezilya'nın 4-1-3-2'si ve Zona Mista (3-5-2).. Zona Mista aslında çok uzun yıllar sonra Türk Futbol tarihini de değiştirecek olan bir sistemin ilham alındığı bir kaç sistemden biridir (bkz: fatih terim). Bu yönüyle ele alınması gerekir ki bu konuya sonra geleceğim.
Zona Mista total futbolun panzehiriydi. Bu oyun 3-2-3-2 gibi duran ama aslında asimetrik bir düzende sahaya yayılan Catenaccio'nun biraz farklılaşmış versiyonuydu. En büyük kullanıcısı Giovanni Trapattoni'ydi. Bu sistem ile 8 şampiyonluk 3 Şampiyon Kulüpler Kupası, 2 Uefa Kupası kazandı. Dahası İtalya'ya 1982 Dünya Kupasını getirdi. Dünya iki farklı sistemin savaşına tanıklık ediyordu.
Üzücü not : 1975-76 sezonunda Torino Superga faciasından tam 27 sene sonra şampiyon oldu ve bunu Zona Mista ile yapmıştır.
Latin dünyasında ise 1970'den beri şampiyon olamayan Brezilya bu alandaki liderliğini Arjantin'e kaptırmıştı. Çünkü, en başından beri oynadığı avrupai futbol için uygun oyuncular yetiştirmeye başlamışlardı. 1978'de kazanılan şampiyonluk sonrası Menotti, Maradona'yı 1982'de kadroya aldı ama gruptan çıkamadılar (İtalya ve Brezilya vardı grupta) 82'de İtalya'nın (Zona Mista) kazandığı Dünya Kupası sonrası Arjantin köklü bir değişikliğe gitmesi gerektiğini fark etti.
Bilardo'nun takımın başına geçmesiyle birlikte Maradona'ya boşluk yaratmak adına 3-5-2 oynayan bir takım yarattı.
Otakım 86'yı kazanıp 90'da final'de kaybetti. Bilardo'nun bu devrimsel hareketi, daha sonraki Arjantin'li tüm teknik direktörleri etkileyecekti. Ve bu başarı ülkede Menottismo vs Bilardismo olarak iki farklı futbol anlayışının temelini oluşturacaktı. Arjantin'li teknik direktörlerin 3'lü oynama aşkının son zamanlardaki en büyük ismi ise Bielsa'ydı. Ama buraya geleceğiz.
Bilardo'nun 3-5-2'sinin etkisi dünya futboluna sirayet etmişti. Herkes bir üçlü oynamanın derdine düşmüştü (kaybettikleri 1990 Dünya Kupası finalinde Franz Beckenbauer 3-4-3 ile yenmişti onları) . Bunun karşısına ise 4-4-2 (diamond) ile çıkan Arrigo Sacchi'ydi. Sacchi, belki bir şampiyonluk kazanmış olabilir ama iki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanmıştı. 4-4-2'sinin, ofsayt taktiğini, çok iyi oyuncular ile oynanabilen asimetrik sistemini (değişik bir Zona Mista'dır) göz önüne alınca, devamlılık arz etmesini bekliyorsun ama öyle olmadı. Sacchi, 91'de istifa etti ve yaklaşık 10 yıl sonra farklı bir formasyon ile aynı felsefeyi futbol düşüncesi olarak ilke edinmiş Jose Mourinho'nun oynatacağı Fabio Capello takımın başına geldi.
Yine Hollanda'lılar vardı takımda ve 5-3-2 ile tüm sistemli çöp etmişti Capello.
Capello, 2002 Dünya Kupasına da doğrudan etki etmiştir.
2001'de Roma'da kazandığı şampiyonluk sonrası , Luis Felipe Scolari 3-4-1-2'yi kullanmıştı (Capello 3-4-1-2 gibi duran 5-3-2 oynayan bir adamdı). Carlos ve Cafu gibi oyuncular varsa elinde kullanılması elzem bir sistemdi. Bu sistemin aynısını 2014'te Luis Van Gaal hollanda milli takımında oynatmış ve az kalsın şampiyonluğa ulaşıyordu Capello'nun yarattığı etki dünyaya sıçradı. Ve her gittiği takımda şampiyon oldu (bu size birini hatırlatıyor mu?).
Artık dünya futbolu 30'lu 40'lı yılların zamanında ki gibi oynanmıyordu. O zamanki felsefe, gol atmak üzerineydi ama 2000'li yılların başında bu felsefe yerini gol yememeye bırakmıştı. Futbol artık pozisyon oyunuydu.
Türkiye'deki etkisi;
90'lı yılların başında Carlos Alberto Parreira'nin Brezilya'sı 4-4-2 diamond oynayarak (biraz İtalyan esintileri yok değildi) 1994'de Dünya Şampiyonu olup Türkiye'ye gelince Fenerbahçe'nin yıllardır değişmeyen futbolunun temeli atıldı. Bu sırada ise Carlos Bilardo (Arjantin), Sepp Piontek (Danimarka), Arrigo Sacchi (İtalya) gibi teknik direktörlerin en iyi yanlarını alıp (Bilardo'nun Maradona'ya alan açmak için orta sahanın tüm yükünü üç oyuncuya vermesi gibi, Sacchi'nin şok presi gibi, Sepp piontek'in orta saha kurgusu gibi) Zona Mista'ya eklemesi ile oluşan bir takım sahne almıştı.
Bu takımın adı "Galatasaray'dı"..
Fatih Terim'in Zona Mista'yı yeniden yorumladığı 1997-2000 yılları arası dünya bir daha durağan bir oyun oynamayacaktı. Pozisyon oyunu haline alan futbol için Fatih Terim'in takımı ilham vericydi.
Bir ayağı düzgün kaleci, biri ayağı düzgün, diğeri hızlı iki stoper (savunma çizgisi önde olduğu arkayı süpürecek hızlı bir stoper), kanat beki gibi oynayabilen iki bek, kanatlara açılabilen, merkezi de kapatabilen box to box üç orta saha, bir on numara (regista), bir kanat forveti gibi de oynayabilen yardımcı forvet ve bir merkez forvetten oluşan 4-1-4-1 asimetrik sistemi daha sonraları Barcelona'nın kullandığı sistemle büyük benzerlik gösterecektir (Bugün Man. City ile de büyük benzerlik gösterir).
Sistemin temeli prese (pozisyona)dayalıdır. Rakip sahada topun olduğu bölge pozisyondur ve en uçtaki forvet oyuncusu ile başlayan 35 metre'ye kadar takım boyunu düşüren ve rakibi o alan içinde etkisiz hale getirip topu kazandığı an direkt paslar ile rakip kaleye inen bir sistemdir. Zona Mista'nin iki stoperl hliydi bu. 10 yıl sonra gegenpressing akımı başladığında bu asimetrik sistem yerini 4-2-3-1\4-3-3 karışımı bir sisteme bırakacak ancak yine 2012'de bu sistem benzer bir başarı yakalayacaktı.
Zona Mista'nın dönüşü 2004'te 4-3-3'ün farklı bir yorumlaması olan 4-2-3-1 (Capello'nun 5-3-2'sinin başka bir yorumudur aynı zamanda) Jose Mourinho tarafından kullanılmaya başlamıştı. O dönemde etkili hava hakimiyetine sahip, klasik (yedi numaralı) 4-4-2 oynayan Manchester United büyümeye ve İngiltere ligini hallaç pamuğu gibi atmıştı. Bu sistemin sahibi ise 3-5-2'nin hakim olduğu ada futboluna 4-4-2'si ile dalan Arsene Wenger'di. Arsenal'e namağlup şampiyonluk getiren bu sistem dünya futbolunu etkisine almıştı ki 4-2-3-1\4-3-3 sahneye çıktı.
Barcelona yılllardır oyun sistemini değiştirmemişti. Cruff'lu yıllardan beri 4-3-3 oynuyorlardı. Ve Rijkarrd ile bu oyunu bir seviye yukarı çektiler. La Liga ve Şampiyonlar Ligindeki başarıların ardından ortaya çıkan Messi ile işler başka bir boyuta geçti ki bunu uzun uzun yazmayacağım. Çünkü, sistem Cruff'un ufak dokunuşları dışında Rinus Michels'ın total futbolundan farklı değildi. Topu daha çok ayağında tutmak, daha fazla pas yapmak dışında aynı felsefe devam ediyordu.
Burada değinilmesi gereken Pep Guardiola değil, bu felsefesinin yeni versiyonlarını üreten Bielsa'dır. Bielsa 3-3-1-3'ün yaratıcısı değildir. Bu eski sistemi yeni bir düzen ve felsefe ile yeninden yorumlayandır. Özellikle Karl Rappan'ın oyununun bariz biçimde tersini uygular. Rakibi çift forvet oynuyorsa 3'lü, tek forvet oynuyorsa 2'li bir savunma yapan, bunu da fazladan oyuncuya duyulan ihtiyaç olan dile getiren (aslında fazladan oyuncu arkayı süpüren bir stoperden başkası değil) bir dahidir.
Sisteminin sorunu aktif dinlenmenin çok az olmasıdır. Bu yüzden yüksek fiziksel zorluklarla dolu antrenman sistemi ile oyuncularını zorlar. Bu oyunu oynatabilmesi içinde bu oyun sistemine inanan oyuncular ve yine ona inanan bir yönetime ihtiyaç duyar. Bu rahatlığa sahip onun felsefesini ilke edinmiş bir 4-3-3'cü olan Sarri'de farklı mevkileri tek tek eğitir. Stoperler kendi aralarında, orta sahalar kendi aralarında, forvetler kendi aralarında eğitilir.
Bu dip notu geçtim çünkü, bu isimlerden göze hoş gelen oyun oynatıp sonunda başarısız olmuş isimlerin (Pep Guardiola hariç) aslında ne yapmaya çalıştıklarına değinmek istedim. Taktik esneklik bakımından şahane iki adam olsalar da sonunda kaybeden taraf oluyorlar.
Bu yüzden diğer tarafa bakmak gerekiyor, çünkü asıl olay diğer tarafta. Bilardo'nun başlattığı, sert ama yetenekli takım felsefesini kullanmaya başlamıştı Jose Mourinho. Porto ile imkansızı başardığında, 4-3-3 gibi duran 4-2-3-1 oynatan biriydi. Chelsea'de de değişmedi, İnter'e gittiğinde de.
Barcelona'yı elediği yarı final maçında uygulattığı Zona Mista ile aslında İtalya futboluna ne kadar uygun olduğunu kanıtlamıştı. Almanya'da ise yıllardır uygulanan 4'lü savunma yerini yavaş yavaş genç teknik direktörlerin etkisiyle 3'lü savunmalara yerini bırakmaya başladı.
3-4-1-2 ve ya 3-4-3 gibi modern yorumlar yapılmaya devam ediliyor. Ancak, son yıllardaki Almanya\İspanya hegomonyası sırasında Almanya sert 4-2-3-1'inin İspanya'nın total futbolunu zorladığı hatta yenebileceğini gösterdi. Elbette bunda Jose'nin Guardiola'nın Barcelona'sı ile yaptığı rekabet sırasında ortaya koyduğu çözümlerinde etkisi yok değil. Günümüzde 4-2-3-1\4-3-3 revaçta olsa da geleceğin hakim yapısının 3-3-1-3 olacağını düşünmekteyim. Çünkü oyun artık pozisyon oyunu olmaktan çıkıp geçiş oyunu olmaya başladı futbol. Tam da bu sebepten Jose Mourinho, Otto Rehagel gibi gol yememenin öncelikli olduğu pozisyona bilgisine dayalı oyun yerini geçiş oyununa bırakıyor. Futbol 10 yıl öncekinden çok daha hızlı. Daha da hızlanacak...
Yazar notu :
Geçmişten gelen bir çok sistem, değişimlere uğrayarak güncel halini aldı. Artık kimsenin 2-1-2-2-3 oynayacağını ya da 4-2-2-2 Magic Rectangle'ın tekrar hakim formasyon olacağını düşünmek doğru olmaz. 3-4-3 ve 4-3-3'ün türevlerini göreceğiz ileride.
Biz ise, yani Galatasaray.. Fatih Terim olduğu sürece Zona Mista'nın en büyük savunucusu olacağız (akan oyunda ne kadar az gol yediğine bakarsanız felsefeyi görürsünüz. 4-1-4-1 asimetrik (9,5 numaralı) oynayıp, doğru oyuncu kadrosu ile (bu kadronun Fatih Terim'in düşündüğü, yıllardır uyguladığı oyun için doğru oyunculardan oluşmuyor) yeni bir seri yakalamanın zor olmadığını düşünüyorum. Bunun için gereken her şeye sahibiz. Tek gereken zaman.
gssözlük
yazar: kaideyi taciz eden istisna