Metafiziğin dogmacılığı, arı usun eleştirisi olmaksızın metafizikte ilerlenebileceği önyargısı ahlâka ters düşen ve her zaman dogmatik olan tüm inanç sistemlerinin gerçek kaynağıdır. Öyleyse, gelecek kuşaklara kalıntı bırakmak üzere arı usun eleştirisinin ölçünleri ile uyumlu dizgesel bir metafizik üretmek çok güç olmasa da, bu hiç de hafife alınmayacak bir beceri gerektirmektedir. O zaman usun kültürüne, eleştiriden yoksun bir el yordamının dikkatsiz ve temelsiz arayışlarıyla olmak yerine, genel olarak bilimin güvenilir yoluyla yaklaşılabilecektir; ve meraklı gençlik onları üzerlerine hiç bir şey anlamadıkları ve dünyadaki hiç kimse gibi kendilerinin de hiçbirşey bilemeyecekleri şeyler çevresinde gevşek kurgulara gömülmek için öylesine erken ve öylesine çok yüreklendiren ve sağlam temellendirilmiş bilimlerin öğrenilmesini gözardı ederek yeni düşünceler ve görüşler bulmaya yönelten sıradan dogmacılıktan koparak zamanını daha iyi kullanabilecektir... (AUE)
Bir insanın kendi mutluluğunu nerede gördüğü, herkesin kendi özel haz ve acı duygusuyla ilgilidir; hatta bir ve aynı öznede bile, bu duygunun değişmesine göre farklılık gösteren gereksinmelerle ilgilidir. Böylece (bir doğa yasası olarak) öznel bakımdan zorunlu olan bir yasa, nesnel bakımdan çok rastlantısal bir pratik ilkedir; farklı öznelerde çok farklı olabilmektedir ve olmalıdır da, dolayısıyla hiçbir zaman bir yasa sağlayamaz. Çünkü mutluluk arzusu söz konusu olduğunda, önemli olan, yasaya uygunluğun biçimi değil, sırf içeriktir, yani yasaya uymakla zevke ulaşıp ulaşmayacağım ve ne kadar zevk alacagımdır.
Ben-sevgisi ilkeleri, gerçekten genel beceri (amaçlara erişmek için araç bulma) kuralları içerebilir, ama o takdirde bu kurallar yalnızca teorik ilkelerdir (söz gelişi "ekmek yemek isteyen kendine değirmen uydurmalı" kuralı gibi). Bunların üzerine kurulu pratik buyurtular ise, hiçbir zaman genel olamazlar, çünkü arzulama yetisini belirleyen neden, hiçbir zaman genel olduğu, aynı nesnelere yöneldiği kabul edilemeyecek olan haz ve acı duygusunda temelini bulur. (PUE)
***
Kumarda kaybeden, kendine ve akılsızlığına kızabilir, ama oyunda hile yaptığını biliyorsa, (bu şekilde kazanmış olsa bile) yaptığım ahlâk yasasıyla karşılaştırır karşılaştırmaz, kendi kendini hor görmek zorunda kalır. Öyleyse ahlâk yasası, kişinin kendi mutluluğu ilkesinden başka bir şey olsa gerek. Çünkü bir insanın kendi kendine "cebimi doldurmuş olsam da, ben değersiz biriyim" derken kullandığı ölçülerle, "ben zeki bir adamım, kasamı doldurdum" derken kullandığı ölçüler birbirinden çok farklı olsa gerek. (PUE)
***
Deneysel yargılar , nesnel geçerliğe sahip oldukları zaman, 'DENEY YARGlLARI'dır; sadece öznel geçerli olanlarını ise sırf ALGI YARGILARI diye adlandırıyorum. Bu ikincileri, saf anlama yetisi kavramlarını değil; sadece düşünen bir öznede algıların mantıksal bağlantılılığını gerektirirler. Oysa birincileri, her zaman duyusal görünün tasarımlarından öte, özce anlama yetisinde yaratılmış özel kavramlar şart koşarlar; işte bu kavramlar deney yargısının nesnel geçerli olmasını sağlarlar.
Bütün yargılarımız önce sırf algı yargılarıdır: sadece bizim için, yani öznemiz için, geçerlidirler; onları biz sonradan yeni bir ilgi içine, yani bir nesne ile ilgi içine sokarız ve onların her zaman bizim için ve aynı şekilde herkes için geçerli olmalarını isteriz. Çünkü, eğer bir yargı bir nesne ile uyuşuyorsa, o halde aynı nesne hakkındaki bütün yargılar kendi aralarında da uyuşmalıdırlar; ve böylece deney yargısının genel geçerliği, onun zorunlu genel geçerliğinden başka hiçbir anlama gelmez. Bunun tersine de: eğer bir yargıyı zorunlu olarak genel geçer kabul etmek için (ki bu hiçbir zaman algıya değil, altına algının konduğu saf anlama yetisi kavramına dayanır) bir neden buluyorsak, onu aynı zamanda nesnel olarak da kabul etmek, yani onun sırf algının bir özneyle olan ilişkisini ifade etmekle kalmadığını, nesnenin bir özelliğini de dile getirdiğini kabul etmek zorundayız. Çünkü, eğer tüm yargıların ilgi içinde bulundukları ve onunla uyuşmak, bundan ötürü de kendi aralarında uyuşmak zorundak oldukları nesnenin birliği olmasaydı, başkalarının yargılarının benim yargılarımla çakışması neden gereksin..? (Proleg.)
Bir insanın kendi mutluluğunu nerede gördüğü, herkesin kendi özel haz ve acı duygusuyla ilgilidir; hatta bir ve aynı öznede bile, bu duygunun değişmesine göre farklılık gösteren gereksinmelerle ilgilidir. Böylece (bir doğa yasası olarak) öznel bakımdan zorunlu olan bir yasa, nesnel bakımdan çok rastlantısal bir pratik ilkedir; farklı öznelerde çok farklı olabilmektedir ve olmalıdır da, dolayısıyla hiçbir zaman bir yasa sağlayamaz. Çünkü mutluluk arzusu söz konusu olduğunda, önemli olan, yasaya uygunluğun biçimi değil, sırf içeriktir, yani yasaya uymakla zevke ulaşıp ulaşmayacağım ve ne kadar zevk alacagımdır.
Ben-sevgisi ilkeleri, gerçekten genel beceri (amaçlara erişmek için araç bulma) kuralları içerebilir, ama o takdirde bu kurallar yalnızca teorik ilkelerdir (söz gelişi "ekmek yemek isteyen kendine değirmen uydurmalı" kuralı gibi). Bunların üzerine kurulu pratik buyurtular ise, hiçbir zaman genel olamazlar, çünkü arzulama yetisini belirleyen neden, hiçbir zaman genel olduğu, aynı nesnelere yöneldiği kabul edilemeyecek olan haz ve acı duygusunda temelini bulur. (PUE)
***
Kumarda kaybeden, kendine ve akılsızlığına kızabilir, ama oyunda hile yaptığını biliyorsa, (bu şekilde kazanmış olsa bile) yaptığım ahlâk yasasıyla karşılaştırır karşılaştırmaz, kendi kendini hor görmek zorunda kalır. Öyleyse ahlâk yasası, kişinin kendi mutluluğu ilkesinden başka bir şey olsa gerek. Çünkü bir insanın kendi kendine "cebimi doldurmuş olsam da, ben değersiz biriyim" derken kullandığı ölçülerle, "ben zeki bir adamım, kasamı doldurdum" derken kullandığı ölçüler birbirinden çok farklı olsa gerek. (PUE)
***
Deneysel yargılar , nesnel geçerliğe sahip oldukları zaman, 'DENEY YARGlLARI'dır; sadece öznel geçerli olanlarını ise sırf ALGI YARGILARI diye adlandırıyorum. Bu ikincileri, saf anlama yetisi kavramlarını değil; sadece düşünen bir öznede algıların mantıksal bağlantılılığını gerektirirler. Oysa birincileri, her zaman duyusal görünün tasarımlarından öte, özce anlama yetisinde yaratılmış özel kavramlar şart koşarlar; işte bu kavramlar deney yargısının nesnel geçerli olmasını sağlarlar.
Bütün yargılarımız önce sırf algı yargılarıdır: sadece bizim için, yani öznemiz için, geçerlidirler; onları biz sonradan yeni bir ilgi içine, yani bir nesne ile ilgi içine sokarız ve onların her zaman bizim için ve aynı şekilde herkes için geçerli olmalarını isteriz. Çünkü, eğer bir yargı bir nesne ile uyuşuyorsa, o halde aynı nesne hakkındaki bütün yargılar kendi aralarında da uyuşmalıdırlar; ve böylece deney yargısının genel geçerliği, onun zorunlu genel geçerliğinden başka hiçbir anlama gelmez. Bunun tersine de: eğer bir yargıyı zorunlu olarak genel geçer kabul etmek için (ki bu hiçbir zaman algıya değil, altına algının konduğu saf anlama yetisi kavramına dayanır) bir neden buluyorsak, onu aynı zamanda nesnel olarak da kabul etmek, yani onun sırf algının bir özneyle olan ilişkisini ifade etmekle kalmadığını, nesnenin bir özelliğini de dile getirdiğini kabul etmek zorundayız. Çünkü, eğer tüm yargıların ilgi içinde bulundukları ve onunla uyuşmak, bundan ötürü de kendi aralarında uyuşmak zorundak oldukları nesnenin birliği olmasaydı, başkalarının yargılarının benim yargılarımla çakışması neden gereksin..? (Proleg.)
Son düzenleme: