Blogumda yazdığım yazı:
Bazen gerçekleri konuşmak gerekir. 2-0 öne geçtiğiniz bir maçta ve bana göre o kadar da kötü oynamadığınız, özellikle ilk yarı gayet iyi kotardığınız bir maçta, haybeden iki golü kalenizde görerek tur şansını zora sokmak oldukça sinir bozucu. Böyle bir durumda moralinizin bozulması kaçınılmaz. Futbolun garip bir şey olduğu gerçeğini en başından kabullenmiş durumdayız. İlk yarı boyunca öyle ya da böyle fena top oynamazsınız. Bir çok pozisyona girersiniz. Olmadık goller kaçar. Direklerden, çizgi üstündeki adamlardan döner toplar. Ikına sıkına zoraki iki gol bulursunuz. Ama Türk futbolunun klasik bir hastalığı vardır. Ikına sıkına goller bulmuşken, altın tabakla rakibe bir armağan sunarsınız: Haybeden yenen iki gol. Hem de oldukça basit bir şekilde.. Rakip elini kolunu sallaya sallaya, kendisi bile şaşırarak iki tane golü bırakır kalene. Onlar bile neye uğradıklarını şaşırırlar. Yenen gollerin aptallığını konuşmaya bile gerek yok.
Şimdi bir çok kişi Mehmet Batdal’a demediğini bırakmayabilir ama bu sonucu Batdal’a bağlamak zaten futbolun ruhuna hakaret. Mehmet Batdal çıktıktan sonra rakibin ne kadar kolay geldiğini unutmamak lazım. Kewell bu takımın futbol zekasıdır. Bu hiç tartışılmaz. Ama ileride rakibe en çok basan Batdal’ın dışarı alınması ve Kewell’ın futbol stili bir araya getirilince, rakibin topu çıkarırken daha az zorlanacağını tahmin etmek zor değildi. Batdal goller kaçırmış olabilir ama bir çok pozisyona giren kişinin o olması, biraz da fizik avantajları ve iyi pozisyonlar almasının etkisidir. Arda’nın attığı ilk gol öncesi Arda’nın önünün oldukça açık olmasının iç yüzünü anlamak isterseniz, Mehmet Batdal’ın varlığı ile rakipten üç kişiyi kendisine yapıştırdığını görebiliriz. Bu da bir kelebek etkisi..
Rijkaard’ın neden böyle bir kadro tercihinde bulunduğunu sorgulamadım değil. Bu işin mantığını çözmeye çalıştım bir nebze. Rakip bir Sırp takımı. Genç, fizikli, yetenek olarak yoksunlar ama takım disiplini ve fizik güç anlamında diri bir takım. Böyle bir takım karşısında daha çok teknikle oynayan oyunculardansa fizik olarak onlara karşı koyabilecek oyuncuları orta sahaya yığmayı bir an için mantıklı bulabilirim. Burada en çok sorgulayacağım şey, madem ortaya fizik olarak bir güç koymak gerekiyor; üç haftadır takımla birlikte çalışan Cana’ya neden yer açılmaz? Ayhan bazı hatalarına rağmen yeri geldi oyunu iyi açtı, önemli paslar attı. Mustafa Sarp da sürpriz bir şekilde sol içte oynayarak ileriye katkıda bulunduğu anlarda, ön libero olarak oynadığı oyununa nazaran az çok bir verim sunmuştu ortaya. Fakat Barış’ın takıma ne gibi bir katkıda bulunduğunu çözemedim. En azından Barış’ın yerine Cana ile başlanabilirdi.
Pino için bir şeyler söylemek şu an için erken. Pino’nun ana özelliğini anlamak zor değil. Topla çok hızlı. Israrla rakibin ters tarafına çalımlar atıyor. Fuleli ve sprint özellikleri var. Teknik bir oyuncu olduğu gerçeği de var. Hızıyla önemli işler yapabilecek gibi görünüyor. 30 dakikalık oyunundan anladığım bir şey varsa o da final pasları konusunda eğitilmesi gerektiğidir. 30 dakikalık oyunu boyunca kaçak güreşmedi ve sorumluluk alarak oynamaya çalıştı. Arkadaşlarıyla tam bir uyumu olmadığı için zamana ihtiyacı olduğunu söylemek mümkün.
Dün sahaya çıkan takım üzerinden konuşmakta fayda var. Bu kadro bir daha bir arada oynayabilir mi? Ben pek sanmıyorum. Sonuçta geçen yılki takımdan hiçbir farkı yoktu. Geçen yıl yaşanan sıkıntılar bu oyuncuların yapılarından kaynaklanmışken daha farklı bir görüntüye şahit olmayı fazla bekleyemezdik. Fakat yeni gelecek ve takıma eklenecek oyuncuların varlığını düşündüğümde misal Ayhan-Barış-Mustafa’lı bir orta sahanın bir daha olmayacağını düşünüyorum. En azından düşünmek istiyorum. Çünkü Cana’yı tamamlayacak bir box to box’ın yakında açıklanacağını düşünüyorum. Sürpriz olarak bir sol bek ve playmaker takviyesi de olabilir. Box to box haricindeki elemanlar genç olacak gibi.
Dünkü kadroya bakarak büyük bir umutsuzluk ve moral bozukluğu yaşanması doğal. Sezon boyu bu sıkıntıyla boğuşulacağı umutsuzluğuna kapılmamalı. Çünkü orta sahaya takviye edilecek isim gerçekten fark yaratacak bir isim olacak. Orta saha gerçekten kimlik değiştirecek. Burada tek tartışılması gereken transferin uzaması, Baros’un gecikmesi ve ideal 11 uyumunun ne kadar zamanda sağlanabileceğidir. Eğer tur kaybedilirse neler olur, düşünmek bile istemem. Ülkemiz futbol gerçeğinde bu baskıyı kaldırabilmek Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırmaktan bile zor olacaktır.
Ben yine de rövanş için o kadar umutsuz değilim. Ali Sami Yen’deki hataya düşülmeyeceğini ve Galatasaray’ın turu geçeceğini düşünüyorum. Fakat sorgulanması gereken konulardan biri, Rijkaard’a basın toplantısında “eğer elenirseniz Galatasaray tarihine geçeceksiniz” gibi ortalığı karıştırıcı ve kafa bozucu saçma sapan bir cümlenin bir gazeteci tarafından yöneltilmesidir. Bu soru bile değildir ve bu cümlenin iç yüzünü şahsen anlayabilmiş değilim. Bu bir gazetecinin etmesi gereken bir laf değildir. Klasik Türk futbolu zihniyeti demekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Rijkaard bir hata yapmış olabilir ama zihinleri böyle saçma bir cümle ile bulandırmak, nerelere hizmet ediyor iyi biliyoruz.
Arda?
Onun için söylenecek bir şey yok. O olmazsa Galatasaray’ın hiç tadı olmayacak gibi. Umarım hep böyle devam eder.
Kayıp Zamanın Peşinde: Neymiş? 2-2 Diye Dalga Geçmemek Gerekirmiş!