Didier Drogba: Futbolu Yaşayan Bir Ömür | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Didier Drogba: Futbolu Yaşayan Bir Ömür


didier-drogba-03112021-goal_13ky8c74l6csf1no74dzj1pm3j.jpg
Didier Drogba futbolseverlere uzun bir kariyer sundu. Fakat o kariyeri özetlemek için 1.5 yıllık Galatasaray serüvenine bakmak yeterli olabilir.​
“ Radamel Falcao yanlış transferdi, ben alınmamasını istemiştim zaten.”
“Mesut Özil, bir senedir top oynamıyordu, Niye geliyor ki, bile bile lades.”
“Buraya yaşlı futbolcu getireceksen, gençlere bir şeyler öğreten ve takıma aidiyet duyacak biri olmalı. Mesela Hagi…”
Futbolu ve futbola dair olguları sonuçlar üzerinden okumayı seviyoruz. Yukarıdaki cümleleri son dönemde sık sık duymuşsunuzdur. Katılıp katılmama hakkı size ait. Fakat bu tarz cümlelerin, sonuçlar üzerinden kurulduğunu görmek zorundayız. Sadece saha sonuçları değil, cümledeki öznelerin kariyer sonuçları da buna dahil…​
Radamel Falcao sakatlanmayıp, birkaç gol daha fazla atsaydı daha iyi anılacaktı. Mesut, için henüz vaktimiz var. Fenerbahçe günlerini daha güzel geçirdiği anda kurulan cümleler hızlıca değişecektir. Hagi mi? Meksika’ya gitmek üzereyken Türkiye'ye gelen 32 yaşındaki oyuncuyu bugünlerde daha farklı kelimelerle anıyor olabilirdik. Sezona iki maçta attığı üç golle başlamak yerine, biraz daha durgun girseydi belki hayatımızda çok kısa yer edinecekti ve ‘yanlış transfer’ olacaktı.​
Aslında kağıt üzerinde Didier Drogba, ülke tarihinin en yanlış transferlerinden biriydi. Fakat saha içinde öyle olmadı…​

Kazlıçeşme’den Stamford Bridge’e​


Her şey 2011 yılında başladı. Üstelik bir spor salonunda, bir basketbol maçında... Muhakkak daha öncesi de vardı. Drogba ismi forumlarda ve o zaman yeni yeni emekleyen Twitter’da duyumcuların fısıldadığı bir haberdi. “Forma numarası bile hazır” diyenlere, ayıp olmasın diye sırtınızı dönerek güldüğünüz zamanlardı. Haberler vardı ama inandırıcı değildi, zira Drogba hâlâ ‘taş gibiydi’, Chelsea’nin ilk 11 oyuncusuydu. Türkiye’ye gelmesi için bir neden yoktu. Fakat Fenerbahçe ile oynanan final serisi için Abdi İpekçi Spor Salonu’na uğrayan çiçeği burnunda başkan Ünal Aysal’a yapılan “Başkan bize Drogba’yı getir” tezahüratları, ilk gerçek kıvılcımı yakmıştı. Tezahüratlar normaldi. Her taraftar kitlesinin böyle çılgın istekleri olabilirdi. Fakat Aysal, taraftara baş parmağını yukarı kaldırarak karşılık vermişti. Gerçekten olabilir miydi?​
Bundan bir sene sonra Drogba, başka bir başkanı sevindirdi. Chelsea’yi Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak için satın alan Roman Abramovich, bu hayaline ancak 2012’de ulaşabildi. Münih’teki finalin yıldızı son dakikada gol atarak maçı uzatmaya taşıyan Didier Drogba’ydı. Drogba hâlâ taş gibiydi ve Şampiyonlar Ligi finalinin en güçlü karakteriydi.​
Fakat çok kısa süre sonra beklenmedik bir şey oldu. Drogba, Avrupa’nın en büyük kupasını kaldırdıktan birkaç ay sonra Çin’e transfer oldu. Üstelik Çin, şimdiki gibi ‘cazip’ bir lig bile değildi. Demek ki bizim görmediğimiz bir şey vardı. Belki de o ‘Mavi Fil’ sandığımız kadar ‘taş gibi’ değildi.​
Türkiye’de işler çok çabuk değişir. Haziran ayında hayali bile kurulamayan Drogba, Çin’e gidince ‘futbol hayatı bitti’ denilen oyuncuya dönüştü. İki sene önce İpekçi’de ısrarla istenen futbolcu değildi artık. Yine isteniyordu ama gözden düşmüştü bir kere. Ve ‘yanlış transfer’ olma ihtimali çok kuvvetliyken Türkiye’ye adım attı.​
Çin’den gelen 33 yaşındaki bir oyuncu ne kadar faydalı olabilirdi ki? Üstelik sakatlık geçmişi de giderek kabarıklaşıyordu. Taraftarın iki sene önceki isteğini yerine getiren bir zengin başkanı vaadi gibi duruyordu. Belki de öyleydi de… Başkanın konuyla çok ilgisi olmayabilirdi. Zaten hikâyeyi değiştiren, daha doğrusu hikâyeyi yazan Drogba’nın kendisi oldu.​

İlk maç​


Acaba nasıl başlayacaktı? Ne yapacaktı? Chelsea’deki gibi miydi, yoksa artık aksi bir yaşlı mıydı? Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Çin Ligi, kara delik gibiydi. Oraya girenin nasıl çıkacağı muammaydı.​
Tüm soruların cevaplanması beş dakika sürdü. Drogba’nın Süper Lig’deki ilk maçı, 2013 yılının Şubat ayı... Akhisarspor deplasmanındaki Galatasaray gol bulamıyordu. Maç 0-0 devam ediyordu. Drogba, 63. dakikada Umut Bulut’un yerine oyuna girdi. Dört dakika sonra bir top geldi. Drogba yükseldi. Onunla iki savunma oyuncusu daha yükseldi. Biri neye uğradığını şaşırdı, diğeri yere düştü, Drogba topa kafayı vürudu, kaleci topa uzanamadı. Gol!​
Maçı izleyenler bu golün şaşkınlığını üzerinden atamamışken Drogba, orta sahada topu aldı, bir verkaça girdi, pasını verdi ve bu sefer golü hazırlayan isim oldu. Drogba hâlâ taş gibiydi! Oyuna girişi ile skorun 2-0’a gelişi arasında geçen süre yedi dakikaydı.​
Tamam; Süper Lig kalitesi ve seviyesi Drogba’yı kaldırabilirdi. Burada başarılı olması için Chelsea zamanlarındaki kadar güçlü olmasına gerek yoktu. Fakat yine de hem o maçta hem de devamında, fizik olarak bu lige fazla bir oyuncu olduğunu her zaman hissettirdi. Süper Lig’e çok değerli ‘yaşlı’ oyuncular geldi. Yaşlı olmaları onların ‘iyi’ olmasını engellemedi. Kimi yeteneğiyle ve tekniğiyle mest etti. Kimi bitiriciliğiyle, kimi oyun zekasıyla, kimi temel bilgisiyle. Fakat fizik olarak Drogba kadar başka bir seviyenin oyuncusu olduğunu gösteren bir ihtiyar çıkmadı.​

Geri dönüş yolu​


Drogba ilk sezonunda, yani yarım sezonunda, beş gol attı. Real Madrid ile oynanan rövanş maçında attığı topuk golüyle kült statüsüne erişti. Fakat asıl ertesi sezona çok iyi girdi. Süper Kupa maçında Fenerbahçe’ye attığı golle kupa kazandırdı. Sezonun ilk yarısında yedi gol attı. Drogba ile kurulan hayaller artık gerçekçi bir hal almıştı. Juventus’a orada bir gol attı, İstanbul’daki tarihi golde topu indirdi. Her şey çok güzel gidiyordu.​
Derken Şampiyonlar Ligi kura çekiminde Galatasaray, Chelsea’yi çekti.​
O günlerde kimse Drogba’nın Chelsea’ye döneceğini düşünmüyordu. Galatasaray – Chelsea eşleşmesi Drogba’nın Stamford Bridge’a dönüşü nedeniyle anlamlıydı sadece. Romantik bir değeri vardı. En azından öyle hissediliyordu. Fakat ‘Mavi Fil’, bu eşleşmeyi bir PR çalışmasına çevirdi. Üstelik performansı da düşmeye başladı. Kura çekildikten sonra, oynanan ilk maça kadar geçen iki aylık sürede sadece iki gol attı. Londra’daki rövanştan sonra ise sadece bir maça çıktı.​
Bazı Galatasaray taraftarları o günlerden dolayı Drogba’ya hâlâ kırgın. Hatta daha ağır ifadeler kullanan bile var. Bahsi arttırarak Londra’daki maçta kazanılan serbest vuruşta topu bilerek tribündeki yeri sabit ‘Legend Drogba’ pankartına attığını iddia edenler dahi oldu. Galatasaraylı taraftarların kalbi kırılmış olabilir ama bir gerçek var; Drogba Çin’den Türkiye’ye geldi ve oradan başladığı yere döndü.​
Yazının başında ‘kağıt üzerine kötü transfer’ demiştik ya, gerçekler ise tam tersiydi! Yolu Türkiye’den geçen hiçbir oyuncu rotasını Drogba gibi çizemedi.​
Ona en çok yaklaşan belki de Nicolas Anelka’ydı. Fransız yıldız, Fenerbahçe’den Bolton’a, oradan Chelsea’ye gitti belki ama zaten Türkiye’ye geldiğinde yaşı buna müsaitti.​
O zaman şartları listeleyelim; çok büyük bir kariyeriniz olacak, Süper Lig’de 1.5 sene top koşturacaksınız, üst düzey liglerden iki sene uzak kalacaksınız, yaşınız artık 36'ya dayanacak, Avrupa’nın en güçlü takımlarından birine geri döneceksiniz ve o ligde şampiyonluk yaşayacaksınız.​
Drogba’nın Fransa’da başlayan, Marsilya’da parlayan ve Chelsea’de zirveye çıkan kariyerini anlatmaya gerek yok. Galatasaray günlerini de uzun uzun anlatmak yersiz olurdu. Bunların hepsi biliniyor. Fakat onun tüm kariyerini özetlemek için Galatasaray’dan Chelsea’ye dönüşünü anlamlandırmak yeterlidir.​
Drogba her zaman böyle bir futbolcuydu. Chelsea’deki en parlak zamanlarında, sahada yenik duruma düştüğünde, 2012’de teknik direktör değiştirip Şampiyonlar Ligi olduklarında ve hatta o ilk Akhisar maçında… Lider karakteriyle takımını taşıması boşuna değildi. O her zaman kazanmak için uğraştı. Son anına kadar bu oyuna tutkuyla ve hırsla bağlı kaldı. Belki Galatasaray’ı bir sıçrama tahtası olarak görmüş olabilir. Galatasaray taraftarları da buna kızıp alınabilir. Fakat en azından; Süper Lig’i bir emekli ikramiyesi olarak görmedi.​
Ne olursa olsun hangi futbolcunun hangi motivasyonla geldiğini bilmek çok zor. Çin’den Türkiye’ye gelen bir oyuncu size bazı duyguları yaşatıyorsa, bu işin de kesin doğrusu yok demektir.​
Türkçe’ye çevrilen kitabının adını “Adanmışlık” olması boşuna değil.​
“Her şeyi futbol aşkıyla, hissettiğim tutkuyla yapıyordum. Çünkü ben yaşadığımı yalnızca sahadayken hissediyordum. Futbolu yaşıyor, aldığım her nefesle içime futbol çekiyordum.”
 
Vizyon transferiydi genç yaşta buralara çay içmeye bile gelmeyecek olduğunu herkes biliyor ilerlemiş yaşta da olsa izlemek büyük şanstı ...
 
Üst Alt